Fabrika yapıp işleten hem bulunduğu yerin hem de belediyesinin ekonomisine ve istihdamına katkıda bulunan belediye başkanları var.
Kurduğu fırınla halkına ucuz ekmek yedirmekle kalmayıp buğdayını, mısırını kendisi yetiştirip hem maliyeti düşüren hem de tarımı destekleyen belediye başkanları bile var.
Şaşırmayın.
Evet, evet, bu örnekler bizim ülkemizden.
Bunları Bartın’da biz neden yapmayalım?
Neden sadece sosyal, kültürel, sanatsal, sportif faaliyetlerle yol, kaldırım, su, çöp hizmeti vererek belediyecilik yaptığımızı sanıyoruz?
Yerel seçimler yaklaşıyor.
Adaylar gelecek sizden, bizden oy isteyecek.
Kriterimiz ne olacak?
Ne soracağız, ne diyeceğiz, ne isteyeceğiz?
Oyumuzu neye göre vereceğiz?
Adayın kaşının gözünün karasına mı yoksa şehrimize kazandıracaklarına mı bakacağız?
Küçük olsun benim olsun mu diyeceğiz yoksa büyük olsun hepimizin olsun mu?
Kendimizi mi düşüneceğiz, kentimizi mi?
İşte size, bize, adaylara ev ödevi.
Bartın’da arıza-bakım-onarım durumunda günlerce susuz kalan yüksek kesimler başta olmak üzere bütün seçmenler sorularını şimdiden hazırlasın.
Evet, sayın aday adayları, değerli başkan namzetleri;
Sudan kanalizasyona, asbestten ekmeğe, trafikten çöpe, iptal edilmesi tartışma konusu olan hoparlör sisteminden fabrikaya, ekonomiden tarıma, turizme, kültüre, sanata, spora ve insani ilişkilere kadar pek çok alanda neler yapabileceksiniz önce bize gösterin bakalım!
Çıkarın projelerinizi imtihan olacaksınız!
EKONOMİNİN FOTOĞRAFI
Pazarcılar köylerden Bartın pazarına sabaha karşı 04.00-05.00’te gelirlerdi.
Pazar satıcıdan geçilmez, iğne atsan yere düşmez, hatta yer kavgası bile olurdu.
Son zamanlarda bakıyorum da bazı pazarcılar saat 10.00’da ancak geliyor ve pazarda gün boyunca yer yer boşluklar oluyor.
Mevsimle ilgisi yok.
Bu özellikle ekonomik sıkıntıların ve daralmaların derinleştiği son bir yıldır yaz kış böyle.
Sadece pazarcılar değil şehirde eskiden sabah saat 07.00’de en geç 08.00’de açılmadık dükkan kalmazdı.
Şimdi saat 10.00’da bile dükkan açan esnaflar var.
İşte ekonominin hali pürmelali.
Boşvermişlik, yılgınlık, bıkkınlık ve umutsuzluk…
Kapalı pazaryerinde çok değil iki yıl öncesine kadar pazarcılar ürünleri fiyatları bağıra çağıra satarlardı.
Rakamlar havada uçuşur, yeri göğü inletirler, gürültüden geçilmezdi.
Artık sesler ya hiç çıkmıyor ya da eskisi gibi gür değil de ara sıra cılız çıkıyor.
Esnaflar bugün sattıkları fiyata yarın mal alamıyorlar.
Fiyatlar her seferinde her alımda her satımda değişiyor.
Bunun en önemli sebebi ihracattan çok ithalat yapıyor olmamız ve doların, faizin, enflasyonun, pahalılığın bir türlü dizginlenememesi.
Ne pazarda ne de çarşıda eski hareketlilik var.
Marketler de öyle.
Çarşıya pazara göre biraz daha iyiler ama eski canlılık onlarda da yok.
Müşteri azaldı ve giderek daha da azalıyor.
Dar gelirliler başta olmak üzere mecburen boğazından kısan, tasarruf yapan çok insan var.
Hareket de kalmadı bereket de.
Ama gemi bir şekilde yüzüyor.
Ya da biz öyle sanıyoruz!
Belki de dibe vurduk haberimiz yok!!!
BORÇLA BORÇ KAPATIYORUZ
Buna mukabil bankalar ana bana günü.
Sadece bankalar değil adliyeler de icra dosyalarından alacak verecek davalarından geçilmiyor.
Sebebi tabii ki borçlu olmamız.
Krediye, kredi kartına eskisinden daha çok yükleniyoruz.
Alacağımızı alamıyoruz borcumuzu veremiyoruz.
Piyasada para çok, hatta haddinden fazla var ama paranın değeri yok.
Türkiye’de ekonomik kriz ilk kez olmuyor.
Ama pek çok kriz gören bazı güçlü ve köklü yabancı firmalar bu krizde ülkemizden ayrılmaya başladı.
Neden acaba?
Bizim bilmediğimiz bir şeyler mi biliyorlar?
Hadi gel de merak etme!
YÜZLER GÜLMÜYOR
Bakın dikkat edin esnaflarda genelde yüzler düşük, suratlar asık.
Vergi, sigorta, kira, personel maaşı ve diğer giderler arttıkça artarken her seferinde bugün sattıkları malın yerine yenisini daha yüksek maliyetle almak zorunda kalırken yüzler nasıl gülsün?
İnsanlarda gülecek yüz mü kaldı!
Dikkat edin bakın; Hoş geldin, güle güle, yine gelin yine bekleriz demek artık yok denecek kadar azaldı.
Sadece esnaflar değil bankalar ve marketlerde de durum aynı.
Yüzü gülen birine rastlarsa insan seviniyor.
Bu da ekonominin başka bir fotoğrafı!
HİLE, DESİSE
Ekonomik sorunlar çarşıda, pazarda, markette taklit, tahsiş, hileli ürün satışına yönelimi artırıyor.
Çiftlik yumurtasını, market yumurtasını alıp üzerindeki damgayı bile silip köy yumurtası, gezen tavuk yumurtası diye pazarda satıp halkı kandıranlar var.
Bayat sütü, doğuma az kalmış hamile ineğin sütünü, yeni doğum yapmış ineğin sütünü (bunlar haliyle bozuk oluyor) satanlar var.
İneğe veya mandaya ya da keçiye yememesi gereken yiyecekleri vererek sütlerini kokutanlar var.
Daha çok yumurta almak için tavuğa yumurta yemi verip yumurtanın kokmasına sebep olanlar olduğu gibi daha çok süt almak için ineğe süt yemi verip de yine sütü kokutanlar var.
Bu arada dürüst satıcıları tenzih ederim.
Sözüm dürüst olmayanlaradır.
Kapalı pazardaki manavlardan Antalya seralarının ürünü sebzeleri meyveleri alıp yine bunları doğal köy ürünü diye satanlar var.
Bunları bizzat gözlemledim.
Ve başıma da geldiği için iyi biliyorum.
20 senedir her salı-cuma pazar alışverişi yapıyorum.
Pazarın kurdu oldum artık.
Ayrıca;
Köylü sütü köylere süt toplamaya gelen fabrika sahiplerine kilogramı 10 liradan veriyor.
Ama pazarda vatandaşa 20 lira.
Bu da ayrı bir kandırmaca!
Ahilik kültürü sizlere ömür!
Sorsanız 5 vakit namaz kılıyorum der.
İş mi şimdi bu ey cemaati Müslümin?
Peki, bütün bunlar olurken kendilerine denetim görevi verilenler neredeler, bu arkadaşlar ne iş yapıyorlar dersiniz?
Hemen söyleyeyim; Hiçbir şey!
Ne gerek var?
Maaş öyle de geliyor böyle de!
DENETİM MESELESİ
Denetim demişken emniyetin trafik denetimlerine değinmedem geçmeyelim.
Tarmın, sağlığın, belediyenin denetimleri yetersiz de emniyetin, jandarmanın çok mu yeterli sanki!
Mesela emniyetten “Şu kadar denetim yaptık, bu kadar ceza yazdık” diye ara sıra basına servis edilen bilgi notları var.
İşlem yapıldığı belirtilen suçlar listesinde “abart egzoz ve yüksek sesli müzik cezaları” da var.
İyi de buna rağmen bizim evin önünden aylardır arkası borazan gibi öterek geçen abart eksozlu araçlar neyin nesi o zaman?
Sadece arkaları değil önleri de ötüyor.
Disko araç rezaleti, skoter ve motosiklet sorunu da devam ediyor.
Ara cadde, ana cadde, her yerdeler.
Cezalar mı caydırıcı değil yoksa kontroller mi yetersiz?
Bence sorun daha çok uygulamada.
Cezalar caydırıcı da emniyet caydırıcı değil!
KOORDİNASYONSUZLUK
Denetimsizlikten sonra bir de başımızda koordinasyonsuzluk var.
Irmak ıslah projesi uygulanan Kanlıırmak caddesinde kurum ve kuruluşların işbirliği halinde çalış(a)maması, birbirinden habersiz işler yapması elektrikten sonra ağaçlarda da sorun oluşturdu.
Elektrik şirketinin döşediği kablolar fore kazıktan zarar görünce kaldırım kenarından yolun ortasına alındı ve bu da boş yere hatırı sayılır paralar harcanmasına sebep oldu.
Şimdi de iş makinalarının çalışmasını engelliyor diye ağaçları keserken mahalle sakini Nermin Kadırga Kılıç ve muhtar Turgut Altınçubuk ile bir grup vatandaş müdahale etmese katliam olacaktı.
Halbuki kurumlar kendi aralarında konuşsalar işbirliği yapsalar ağaç konusu budama ile hallolur, elektrikler ve ağaçlar zarar görmezdi.
Öyle anlaşılıyor ki; “Ben yaptım oldu zihniyeti” Ankara’dan tüm yurda yayılmış durumda.
Halkın sesine kulak vermek yok.
İşbirliği yapmak yok.
Sorun çok!
PARALARIMIZ NEREYE GİDİYOR?
Her şiddeti yağışta, fırtınada özellikle deniz kıyısındaki şehirlerde büyük zararlar oluşuyor.
İşte özellikle Karadeniz’de yeni yapılmıış yollar, köprüler, dublesi, dubleksi oluşan devasa dalgalardan, sellerden, heyelanlardan yine tahrip oldu.
Ben yaptım oldu zihniyetinin bir başka eseri.
İlime, bilime, matematiğe, fiziğe uymazsanız, itirazları dikkate almazsanız, denize varıncaya kadar her yeri betonla doldurursanız olacağı budur!
Hesabı şu kadar yağış olursa şöyle, bu kadar fırtına çıkarsa böyle diye yapmazsanız, projenizi en şiddetlisine göre uygulamazsanız, yeri-zemini ve küresel ısınmanın yol açtığı iklim değişikliklerini dikkate almazsanız zarar görmeye devam ederiz, hem de her seferinde katlanmış bir şekilde!
ARABULUCU YANLIŞ ADRESTE
Aynı zamanda arabulucu da olan bir avukat abimizle konuşurken söz döndü dolaştı iktidarın kira anlaşmazlıklarında çözüm olarak sunduğu veya dayattığı arabulucuya gitme şartına geldi.
“Asıl arabulucu boşanma davalarında lazım, kira işi para işi, boşanma işi gönül işi, bu alan arabulucunun çözümüne daha yakın” dedi ve şöyle devam etti;
“Taraflar arabulucuda bütün kirli çamaşırlarını ortaya döker, isteklerini belirtir, arabulucu da onları anlaştırmaya çalışır.
İş mahkemeye intikal edince kolay kolay geri dönüşü olmuyor.”
Daha önce de yazdım.
Kira konusunda iktidar yüzde 25’i aşamazsınız diyor.
Ev sahibi iktidara “sen niye devletin gelirlerine senelik yüzde 25 artış yapmıyorsun o zaman. Çarşı, pazar, markete niye yüzde 25 sınırı yok?” diye soruyor haklı olarak.
Kiracı yüzde 25’den fazla vermem, iktidarın düzenlemesi var diyor.
Sorun kirası düşük konutlarda yaşanıyor, yüzde 25 ev sahibinin dişinin kovuğuna bile gitmiyor.
Bu durumda arabulucu arayı nasıl bulacak?
Elinde yetki yok bir şey yok.
Kuru kuru kas kas!
Başvuruların çok azının uzlaşmayla sonuçlanması bu yüzden.
Uzlaşmalar da genelde 5 yıllık güncelleme zamanı gelenler.
Kiracı mecburen yüzde 25’in üzerine çıkıyor bu durumda çünkü ev sahibinin güncelleme davası açma hakkı var.
Daha önce de söyledim.
Bu sorunun en adil çözümü kira miktarlarına göre iki tarafı da yormayacak yüzdelik artış oranları belirlemektir.
Kendimiz konuşuyoruz kendimiz dinliyoruz.
Karşıt görüşleri, farklı önerileri dinlemeyen, kabul etmeyen “her şeyin en iyisini en doğrusunu ben bilirim, ben yaparım” “ben yaptım oldu” zihniyetine sahip bir siyasi yapıyı aşmak ne mümkün!
Deveye bile hendek atlatırsınız da bu zihniyeti aşamazsınız!
Mesele budur!